Artificial Intelligence in IT Operations

Artificial intelligence (AI) has revolutionized the way we approach daily IT operations. From automating routine tasks to identifying and resolving issues before they occur, AI is helping IT professionals work more efficiently and effectively.

One of the most common uses of AI in daily IT operations is in the area of monitoring and alerting. With the help of AI-powered monitoring tools, IT teams can easily track the performance of their systems and quickly identify any issues that may arise. These tools can also provide proactive alerts when certain thresholds are exceeded, allowing teams to take action before a problem becomes critical.

AI is also being used to automate routine IT tasks, such as patching, backups, and software updates. By automating these tasks, IT teams can save time and focus on more strategic initiatives. AI can even learn from past actions and make recommendations for future improvements.

Another area where AI is making a big impact is in security operations. With the rise of cyber threats, IT teams are under increasing pressure to identify and respond to threats quickly. AI-powered security tools can analyze vast amounts of data to identify patterns and anomalies that could indicate a potential security breach. They can also help prioritize incidents based on severity, allowing IT teams to focus on the most critical issues first.

Finally, AI is being used to improve the user experience for employees and customers alike. By analyzing data on user behavior, AI can identify areas where processes can be streamlined or where additional support may be needed. This can help IT teams better understand the needs of their users and proactively address any issues that may arise.

Overall, the use of AI in daily IT operations is transforming the way IT teams work. By automating routine tasks, proactively monitoring systems, and identifying potential issues before they occur, AI is helping IT professionals work more efficiently and effectively. As AI technology continues to evolve, we can expect even more advances in the ways that AI is used in IT operations in the future.

PS: This post is generated by https://chat.openai.com/

Pictures are generated by https://labs.openai.com/

Operasyonel Teknolojilerin Yönetimi ve Güvenlik Riskleri

Burada çıkış noktası olarak bakmamız gereken ilk nokta OT envanteri:

Kaçımız elimizdeki OT envanterini %100 biliyor?

Cihazların fiziksel sorumluluğu kimde?

Sahiplik ve ekipman ile ilgili diğer sorumluluklar kimlerde?

Bunun cevabı farklı organizasyon yapılarında bakım olabilir, otomasyon olabilir, hatta operasyonel kullanıcılar, yani üretim gibi departmanlar olabilir.

Ama IT değil…

Dolayısıyla rollerin ve sorumlulukların doğru ayrılması gerekiyor.

Photo by Pixabay on Pexels.com

Benim görüşüme göre OT’de siber güvenlik konuşuyorsak sorumluluğu IT’de olmalı, hem yakınsayan IT_OT domainleri bakımından, hem de IT’deki siber güvenlik tecrübesinin kullanılabilmesi için IT’nin bu görevi üstlenmesi mantıklı.

Fakat rollerin ve sorumlulukların doğru atandığı bir değişiklik yönetimi yapılmıyorsa bu süreci yönetmek çok zor.

Burada yine IT süreçleri işin içine giriyor. ITIL’ın hizmet geçiş süreçlerinden değişiklik yönetimi bu konu için biçilmiş kaftan.

Bu sürecin doğru kurgulanması ile organizasyonel yapıda ayrı bir OT departmanına gerek kalmıyor. Bir OT değişiklik yöneticisi, görevler ayrılığı ilkesine göre belirlenmiş paydaşlar ve doğru yönetilen bir süreç ile başarılı olunabilir.

Sadece mevcut kadro buna göre kurgulanmalı ve gereken teknik yetkinlikler ile donatılmalı, gerekiyorsa genişletilmeli.

Photo by Nataliya Vaitkevich on Pexels.com

OT Güvenlik Riskleri

Legacy OT sistemler satın alındığında güvenlik ya da IT-OT yakınsaması göz önüne alınmadığı için bugünün güvenlik bakış açısıyla analiz ettiğimizde kontrolsüz ve yönetilemeyen bir yapı oluştuğunu söyleyebiliriz.

Bunun sonucunda da otomasyonun kullanıldığı her sektörde güvenlik riskleri oluşmuş durumda.

Yönetilemez yapının en önemli sebebi yukarıda da bahsettiğim gibi OT envanterinin olmaması. Buna bağlı olarak da OT altyapısı:

  1. Görünür değil
  2. Ölçülebilir değil
  3. Bunların sonucu olarak da yönetilemeyen ve iyileştirilemeyen bir yap var.
Photo by Pixabay on Pexels.com

Kendinize şu soruları sormanızı istiyorum:

  1. Kaç OT domaininiz var?
  2. Bu domainler altında kaç OT cihazınız var?
  3. Bu cihazların kaç tanesi güncel firmware ile çalışıyro?
  4. OT cihazlarının arasındaki veri trafiği nasıl?
  5. Hangi OT cihazları dışarısı ile haberleşebiliyor?
  6. Hangi OT cihazlarına fiziksel bağlantı mümkün?
  7. Hangi OT cihazlarında kötü niyetli yazılımlara karşı koruyucu bir yazılım var?
  8. OT cihazlarınız nasıl bir ağ yapısında bağlı?
  9. Bir OT güvenlik duvarı kullanıyor musunuz?
  10. OT envanteriniz güncel mi?
  11. Envanterinizdeki cihazlar ile ilgili güncel güvenlik zafiyetleri nele?

Bu sorulara cevap veremediğiniz sürece yönetilebilir ve sürdürülebilir bir altyapınız yok demektir ve ancak bu olgunluk seviyesine eriştikten sonra OT tarafında siber güvenlik anlamında bir sıkılaştırmaya gidebilirsiniz.

Photo by ThisIsEngineering on Pexels.com

Tabii ki bunu yaparken uygulayacağınız basit bir risk yönetim süreci işleri hem daha görünür, hem de iyileştirme için daha kolay önceliklendirebilir kılacaktır. Açıklarımızın kullanılmasındaki olasılık ve etkinin operayonunuzu ne ölçüde etkileyeceğinin rakamsal bir değerini koyamadığınız sürece yönünüzün tayininde sıkıntıya düşmeniz kaçınılmazdır.

OT risk yönetimi yaparken dikkat etmeniz gereken konu IT’deki güvenlik risklerine ek olarak OT’nin fiziksel hasara çok daha açık olduğu gerçeğidir. Hatta pek çok durumda bu fiziksel hasarlar insan hayatı ile de ilişkilidir. Dolayısıyla risklerinizi belirlerken olası maksimum hasarın ekipman olmadığı, insan hayatının da işin ucunda olduğu gerçeğini asla gözardı etmeyin.

Güvenli günler dilerim!

GRCAC Day Bursa 2020

ISACA Ankara Chapter olarak Tofaş‘ın ev sahipliğinde EY‘ın katkılarıyla düzenlediğimiz yönetişim, risk, uyum, denetim ve siber güvenlik konulu GRCAC Day Bursa semineri 7 Şubat 2020’de Tofaş Akademi Doğu Kampüsü’nde gerçekleşti.

This slideshow requires JavaScript.

ITIL 4 ile IT Hizmet Yönetimi

2011’den bu yana güncellenmeyen ITIL, ITIL 4 olarak hayatımıza girdi.

ITIL, service management, itsm, it, management

Şimdi diyeceksiniz ki eski öğrendiklerimiz çöpe mi gitti? Hayır, ITIL 4 eski versiyondan çok farklı değil, sadece eskiden birbirinden biraz daha bağımsız olarak aktarılan süreçlerin bir bütün halinde nasıl kullanılabileceğinin anlatıldığı ve ITIL Practitioner ile hayatımıza giren uygulama konseptlerinin daha Foundation seviyesinde empoze edilmeye başlandığı çok başarılı bir versiyon olmuş. Sürekli iyileştirmenin öneminin altının çizilmesi, DevOps, Agile, Lean gibi diğer metodolojiler ile nasıl birlikte çalıştığının anlatılması, daha bütünleşik bir bakış açısına geçilmesi de diğer artıları.

Her IT profesyonelinin en az Foundation seviyesinde bilmesi gerektiğini düşündüğüm ITIL 4 için Axelos tarafından yetkilendirilmiş eğitim kurumlarından eğitim alabilir, sınavına girerek kendinizi sertifikalandırabilirsiniz. Foundation sonrası devam etmek isteyenler için de çok güzel bir kariyer tercihi olabilir.

ITIL, kariyer, ITSM, sertifika, certification, carrier, master, foundation, practice

Türkiye’de ITIL eğitimlerinde tavsiyem Educore, eğitmeni Erman Taşkın‘ın ITIL 4’ün yazarları arasında bulunmakta olduğunu ayrıca eklemek isterim.

I’m speaking at CS4CA MENA Summit!

The 3rd in a successful series of exclusive Cyber Security for Critical Assets Summits in the MENA region, that brings together the region’s industry leaders to discuss and create best practice industry guidelines. The CS4CA MENA Summit is brought to you by Qatalyst Global

ISO 27001’e Çevik Yaklaşım

ISO 27001 Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemi’ni kurmak artık eskisi kadar zor değil. Reçetesi çıkmış, neler yapılması gerektiği bilinen, yetişmiş eleman kaynağının bile rahat bulunabildiği bir konu haline geldi artık 27001.

Ama sistemi kurmak ile yaşatmak arasında ince bir çizgi var; kurduğunuz sistemi planlı bir şekilde yaşatmazsanız bir süre sonra takip etmesi zor ve içinden çıkılamaz bir yapı haline geliyor.

iso-27001-1[1]

Farklı iş yerlerinde, farklı ekiplerle, farklı stratejilerle yönetildiğini tecrübe ettiğim ISO 27001 için son günlerde izlemeye başladığım yöntem ise Agile (çevik) yönetim, daha da açmak gerekirse Scrum metodolojisi.

Daha önce yazılım projelerinde tecrübe ettiğim, küçük çaplı projelerde başarısını gördüğüm, karmaşık ve kalabalık ekiplerde iş paketlerinin yığıldığı, takip edilmesinin imkansız hale geldiği projeleri de yaşadığım Scrum’ı ISO 27001’in yaşatılması için kullanma fikri, klasik iş planında ana başlıklar altında verilen sorumlulukların denetimlerde hep eksik verir hale dönüşmesi üzerine detay kırılıma gitme ihtiyacıyla gelişti.

Kişilerin yetkinliğine ve sorumluluk bilincine olan güvenle yürütülemeyen büyük parçaları “böl ve fethet” yöntemi ile, küçük parçalar halinde, çıktılarını daha görünür hale getirerek ilerletmenin faydasını ilk günden itibaren hissetmeye başladık.

scrum-nedir-780x405[1]

İşe büyük parçaları görebildiğim klasik iş planı ile başlamak ilk adımımdı. ISO 27001’in yaşam döngüsü içerisinde periyodik olarak yapılması gereken işleri öncelikle ay bazında bölerek ana başlıklarıyla bir “master plan” oluşturmak aslında daha önceden verimli bir şekilde yürütemediğimiz işlerin listelenmesinden başka bir şey değildi.

Sonra sıra sürecimiz için uygun periyodun belirlenmesi ve iş adımlarıyla ilgili kuralları tanımlamaya geldi.

Yazılım projelerinde haftalık ya da 2 haftalık sprint periyotları iş takibi için uygunken ISO 27001 için işin doğası gereği aylık sprint’lerin uygun olduğu kanısına varıp, günlük toplantılar yerine haftalık toplantılar ile planlama yapmaya karar verdik.

scrum335[1]

Klasik akıştan sapmadan ISO 27001’in doğasına uygun adımları Trello uygulaması üzerinde oluşturarak görülebilirliği arttırmak adına takibimi kolaylaştıracak etiketler ile de destekledik.

Aylık açılan panolarda ana adımları iş kartlarına bölerek yapılacaklar listemizi oluşturup, haftalık toplantılarda da o haftanın planlamasını yaparak verimli ve görülür bir akış elde ettik.

trello

İşin yönetimi ve izlenebilirliği açısından haftalık planlamalarla takip edilen aylık panolar işin mutfağı iken yapılan işlerin yönetim gözüyle görünür kılınması için ise yine Trello üzerinde BigPicture eklentisinin yardımını aldık.

Tüm iş kartlarını bir liste halinde görüp etiket ve terminlerine göre takip edebildiğimiz bu ekranda ayrıca bir Gantt şeması yardımıyla da proje planımızı izlenebilir hale getirdik.

BigPicture

Planlı, Plansız, Gecikmeli işlerin ne olduğunu tek ekrandan takip edip, her küçük iş kartının çıktısını kontrol altına alabildiğimiz bu yeni sistemde kişilerin yetkinlik ve sorumluluk bilincinden bağımsız kontrollü bir yapıya geçerek ISO 27001’i yaşatılabilir bir yapıya soktuk.

Bundan sonrası metodolojiye uyum ve sürekli takip, her proje ve operasyonda olduğu gibi.

Geleceğin Şirketlerinde Teknolojinin Yeri

90’lı yıllar ile kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlayan teknoloji şirketlerinin piyasadaki gücü, 2000’lerin başında tepeye oynamaya başlayan devleri çıkardı.

İnternet teknolojilerindeki gelişim ile mobil cihazların yayılması daha küçük şirketleri büyütürken, büyükleri ise listenin başına taşıdı.

İsterseniz aşağıdaki listeye bir bakalım. Listemiz 2001-2016 yılları arasında dünyanın en büyük 5 şirketinin değişimini gösteriyor.

Enerji, finans ve perakendeciliğin yanında Microsoft gibi bir devin ilk 5’te olduğu listede 2016’ya geldiğimizde 5 teknoloji şirketi görüyoruz.

Tech

Neden?

Çünkü dünya değişti. Günlük hayatımızın değişmez parçaları olan mobil cihazlar ve teknoloji, iş yapışımızdan eğlencemize, alışverişimizden ilişkilerimize herşeyin içine girdi.

Peki bu değişiklik nasıl oldu?

Teknoloji firmaları ürün ve hizmetlerini değişen dünyaya göre konumlandırabildiler çünkü dünyayı değiştiren onlardı, dolayısıyla bu konuda çok zorluk yaşamadılar.

Diğer sektörler ise teknolojiyi bir ihtiyaç olarak görüp kendilerini tüketici olarak konumlandırdılar, bu da teknoloji firmalarını büyütürken, her ne kadar büyük bir harcama kalemi olarak teknoloji çıkmış olsa da diğer sektörlerin maliyetlerini büyük ölçüde düşürdü.

Düşen maliyetler satış fiyatlarını düşürdü, teknolojisi daha iyi olan firmalar bir adım daha öne geçti derken artan tüketime rağmen diğer sektörlerin kazançları düştü, buna paralel yaptıkları teknoloji yatırımı ise arttı.

finans-1000x281[1]

Finans kurumları kendi iç dinamikleri sayesinde bu genellemenin dışında kaldı diyebiliriz ama geri kalan tüm sektörlerde teknoloji firmaları aslan payını kaparken eski dünyanın para getiren materyallerini üretenler yeni dünyada bir adım geride kaldılar.

Peki finans kurumları, özellikle bankalar neden bunun dışında kaldılar?

Aslında teknoloji yatırımları ilk başladığında bankalar da diğerlerinden çok farklı değildi. İleri gitmek için teknolojiyi kullanmaları gerektiğinin farkındaydılar fakat nasıl yapılacağını bilmiyorlardı. Önce satın alarak başladılar. Donanımda hala tüketici durumundalar ama yazılım satın alınarak kendilerine özel iç süreçler ile güvenlik gereksinimlerini yürütemeyeceklerini anlamaları uzun sürmedi ve hepsi birer yazılım şirketine dönüştü.

Banka deyince şube tabii ki aklımıza geliyor ama online işlemler ve ATM’ler artık hayatımızda daha fazla yer alan arayüzler. Kaldı ki sadece arayüzlerden bahsediyorum, bir de bunun arka planındaki sistemler var. İsterseniz aşağıdaki 2015 yılına ait grafiğe bir bakalım, yıllar içinde online bankacılık ile şubeden direkt bankacılık nasıl yer değiştirmiş görüyorsunuz:1533.M_Mobile_Banking_Exceeds_Branch_Banking[1]

Nesil değiştikçe aradaki makas daha da açılacak, unutmamak lazım ki hala online işlem yapamayan nüfusun oranı azımsanamayacak kadar fazla ve yeni yetişen nesil bebeklikten itibaren dijital dünyada.

Dediğim gibi, bankacılık sektörü kendi dinamikleri sayesinde günümüze daha kolay adapte oldu ve bankalar ürünü para olan teknoloji şirketleri oldular.

Diğer şirketler ise elle tutulan ürünleri üretirken hala tüketici olma durumunda kaldılar, ki bu da son zamanlarda adını çokça duyduğunuz Endüstri 4.0 devrimini doğuran ana sebeplerden biri oldu.

INDUSTRIE4.0[1].png

Teknolojiyi üretimi destekleyen bir araç olarak gören şirketler baktılar ki kendilerine teknoloji satan şirketler, kendi yapabildiklerinden daha iyisini yapabilecek kapasiteye gelmişler.

Teknolojiyi amaç edinen şirketlerin piyasadaki başarılarının sadece diğer şirketlere teknoloji satmalarından gelmediğini, kazançlarını ve teknolojik tecrübelerini farklı sektörlerin en iyisi olmak için kullandıklarını görmek için kahin olmaya gerek yok.

Yazılımdan kazandığı parayı otomotiv, güneş enerjisi ve uzay teknolojisine yatıran Elon Musk, her ne kadar PR konusundaki başarısı ile kendini sivrilten bir kişi olsa da, buna güzel bir örnek olarak verilebilir.

Şirketlerimizi geleceğe taşımanın yolunun farklı ürünler ya da hizmetler satan teknoloji şirketlerine dönüşmekten geçtiğini, fark yaratan teknolojileri kullanmadıkça rakiplerimizden ileri gidemeyeceğimizi anlamak, dijital dönüşümümüzün ilk adımı olarak ele alınmalıdır.

Future concept

Dijital dönüşümü yaparken amacı trendi yakalamak ya da dönüşümden ziyade eski iş yapış alışkanlıklarına destek olmak olanları bekleyen sonuç pek iç açıcı olmayacak, dijitalleşmeyi özümseyebilenler, teknolojiyi, bilişimi işlerinin bir parçası, hatta hammaddesi görenler ise yarınları görebileceklerdir.

Artık çekice sahip olmanın güce sahip olma devri geçti, o tarih öncesi çağlardan yakın çağa kadar olan zamandı. Endüstri 4.0’ı yani 4. sanayi devrimini konuşuyorsak çekiçten sonra gelen 3 sanayi devrimindeki eksiklerimizi kapatmalı ve bunu yaparken 4.’nün bize getirdikleri ile harmanlamalıyız.

375e0-199mcuorajql6b7ih-bugpa

Bunları yaparken bizi neler tetiklemeli ve bunlardan neler çıkarmalıyız?

  1. Dünyayı artık birbirine bağlı bir ağ olarak görmeliyiz. Bu ne mi demek? Yılın 365 günü, mekandan bağımsız, 7/24 connected” yaşıyoruz. Üretimden satışa herşeyin birbirine bağlı olduğu bir zincirde müşteri istediği yerden siparişini verip istediği zamanda, istediği yere teslim ettirebilir ve bunu tamamen birbirine bağlı sistemler sayesinde yapabilir. Geleceğin (hatta günümüzün) ihtiyacı bu yöndeyken ne yapıp da bu hizmeti tercih edilecek kalitede sağlayabiliriz bizlere kalmış.
  2. Nesnelerin İnterneti (Internet of Things, IoT): Cisco’nun tahminlerine göre 2020 yılında dünyada 50 milyar cihaz birbirine bağlı olacak, bu da bize her konuda çok büyük miktarlarda veri sağlayarak akıllı sistemlerin ve karar verme mekanizmalarının yaratılmasında yardım ettiği gibi, verimliliğimizi de arttıracak.
  3. İnovasyon her alanda hayatımızın bir parçası olacak! Küçük, çevik ve hedefe doğru yönlenmiş şirketler inovasyonla hızla büyüyebilecek.

Tabii ki bunların hepsi tek bir şartla olacak: Teknolojiyi işimizin çekirdeğine konumlandırırsak.

mobile-technology-2-1[1]

Yarınlar göründüğünden daha parlak, yeter ki teknolojiyi bir baston olarak görmeyelim, teknoloji yolumuz olduğu sürece önümüz aydınlanacak.

Unutmayın, günümüz dünyasında “Her şirket teknoloji şirketidir!”


Read it @medium

Bilgi Teknolojilerinde Değişimi Yönetmek

iStock-482819124-1254x506[1]

Herakleitos’un günümüzden yaklaşık 2500 yıl önce de dediği gibi “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.”. 

İhtiyaçların, standartların, yasaların, bağlı sistemlerin ve paydaşların sürekli değiştiği sistemlerde de değişim kaçınılmazdır. Değişimi nasıl yöneteceğimiz ise her ne kadar bize kalmış olsa da, minimum gereksinimler için standartların bizi nerelere yönlendirdiğini izlemekte fayda olduğu gözardı edilemeyecek bir gerçektir.

Gelişmiş ülkelerde standardizasyon önem verilen bir konu olduğu için yıllardır uygulanan teknikler olsa da ülkemizde BT ekipleri/şirketleri değişimi yıllarca yönetmedi. İhtiyaç duyulmadı diyenler de olabilir ama benim görüşüm farklı, ihtiyaç her zaman vardı ama BT’nin iş süreçlerindeki önemi henüz anlaşılamadığı için değişimin yönetilmesi hep geri planda kaldı.

BT sistemlerinin bağımsız çalıştığı ve sayılarının az olduğu zamanlarda her ne kadar kişiye bağımlılık problemi olsa da değişimi insanlar üzerinden yönetmek kolaydı. Çalışan, sorumlu olduğu sistemin tarihçesini de bildiği için dokümante edilmemiş olsa da çalışabilir ve karar verebilir durumdaydı.

Bu durum uzun süre sorun yaratmadı, çalışan orada olduğu sürece sorun çıkmayacağı fikri yönetimlerin kafasında yer etti etmesine ama bu durum da BT birimleri içerisinde kendini geliştirmeyen, varolan sistemi devam ettirme (statüko) üzerine çalışan dinozorların yer etmesine yol açtı.

Dinozorlar statükoyu koruma konusunda iyiydiler, sistematik çalışmamaları sebebiyle dokümantasyon ve kayıt tutma en düşük seviyede kaldığından anlık maliyetleri de düşük kalıyordu fakat işin kalite maliyetleri göz önüne alınınca yaptıklarının yanlış olduğu ortadaydı. Dolayısıyla sistematik bir değişim yönetimi BT için de ihtiyaç durumuna geldi.

Dinozorların diğer bir kötü etkisi de gelişime açık, genç ve arzulu elemanların ekipten ayrılması yönünde oldu. Statükoyu devam ettiren şirketler yeni ve iyi elemanları elinde tutmakta zorlanırken, dinozorlara ayak uyduran ve değişime/gelişime ayak direyen çalışanlar kadroları doldurdu. Bu da şirketlerin günü yakalamasının önünde günden güne büyüyen bir engel haline geldi.

5608686e1900003000fde7df[1]

Son yıllarda sistemlerin sayısının artması ve karmaşıklaşmasının yanısıra entegrasyonların da hayatımızın daha büyük parçaları olduğunu düşündüğümüzde değişimin etkilerinin de paralel olarak büyüdüğünü de anlamak için alim olmaya gerek yok. Bağımsız sistemlerde tek kaynaktan gelip tek ya da az sayıda kaynağı besleyen veriler artık hayatımızın parçaları değiller. Farklı kaynaklardan toplanıp, farklı sistemleri besleyen verilerle karşı karşıyayız. Dijital dönüşümün hızlandığı, nesnelerin interneti ve endüstri 4.0 konseptlerinin de sistemlerimiz arasındaki bağlılığı günden güne arttırdığı bir süreçte oluşan büyük verinin yönetilebilir olması daha da önemli oldu.

Büyük veri diyoruz ve genelde dinozorlar büyük veriyi bir ebat sorunu olarak algılıyorlar. Sorunun bir boyutu elbette verinin çok olması ama diğer bir boyutu da farklı sistemler arasında dağınık olması. Bu dağınık veriyi yönetemedikten sonra toplanan veri bizim için depoladığımız çöpten başka bir şey değildir. Yönetimi içinse sistemlerdeki değişimin etki ve risklerinin yönetilebilir olması gerekmektedir.

ITIL çerçevesinde bir geçiş süreci olarak tanımlanan değişim yönetimi süreci de donanımdan yazılıma, veri yönetiminden ağ yönetimine tüm sistemlerdeki değişikliklerin kayıt altına alınmasından canlıda sorunsuz halde çalışmasına kadar geçen sürede yapılması gerekenleri standardize ederek değişimin kontrollü bir biçimde gerçekleşmesini yönetmeye yarıyor.

IC-change-managment[1].png

Minimum gereksinimler bazında baktığımızda değişim yönetimini 5 adımda özetlesek de diğer süreçlerle bağlantılarının ne kadar derinlere gittiğini gördükçe aslında BT Hizmet Yönetimi’nin ne kadar geniş bir alan olduğunu ve tekil süreçlerden ziyade bir ağ gibi, BT’nin her yerinde uygulandıkça daha iyi sonuçlar ortaya çıkaran bir yönetim sistemi olduğunu görebiliriz.

Adımlara ve bizden istenen minimumlara gelirsek;

  1. Request for Change: Değişiklik Talebi… İstenen değişimin kayıt altına alınması adımıdır. Olay ve talep yönetimi süreçleri ile doğrudan ilişkilidir.
  2. Impact Analysis: Değişikliğin etki ve risklerinin analiz edildiği adımdır. Konfigürasyon yönetimi süreci ile doğrudan ilişkilidir.
  3. Approve / Deny: Onay adımımız. Değişiklik Değerlendirme Kurulu (Change Advisory Board) ile değişikliğin etkilerinin değerlendirildiği bir görüşme yapılır. Değişikliğin zamanlaması ve bağımlılıkları konusunda paydaşların fikri alınır.
  4. Implement Change: Değişikliğin gerçekleştirildiği adım. Geliştirme, test ve devreye alma adımları burada işler. Devreye alma ve konfigürasyon yönetimi süreçleri ile doğrudan ilişkilidir.
  5. Review / Reporting: Devreye alınan değişikliğin etkilerinin canlıda izlendiği adımdır.

Doğrudan ilişkili süreçlere ek olarak değişikliğin içeriğine göre kapasite yönetimi, tedarikçi yönetimi, bütçe yönetimi gibi diğer hizmet yönetimi süreçleri ile de etkileşim olabilir.

Değişim Yönetimi ayrıca yazılım ve sistem geliştirme yaşam döngüsü ile birebir örtüşen bir akışa sahiptir. Analiz, geliştirme, test ve canlıya alma süreçleri birebir değişim döngüsü içerisinde ele alınır. Günlük operasyonlardan oluşan bakım süreci ise yeni değişiklikleri tetikleyerek döngüyü tamamlar.

Sürecin başında tanımlı bir değişiklik yöneticisi bulunması gerekmektedir. Değişiklik Denetleme Kurulu’nun toplanması ve değişiklik onaylarının verilmesi gibi önemli görevler bu yöneticinin sorumluluğunda işleyen görevler olsa da süreç tüm ekibin ahenkli çalışması ile doğru sonuç verir.

Takım çalışması, değişimin yönetilebilmesi için olmazsa olmazdır.

Teamwork[1]

Değişimden etkilenen ve değişimi etkileyen tüm birimlerin ortak bir amaç için, yani değişimin başarılı sonuçlaması için birlikte çalışması bizi doğru sonuca götürür.

Kaçınılmazdan kaçmadan, değişimin ve gelişimin yanında, en doğru sonuçlara ulaşabilmek için bir ekip olarak uyguladığımız değişim yönetimi, kurumsal BT yönetiminde günü ve geleceği kurtarır.

Read it on Medium

CMDB, a pain in the neck… Is it really?

 

For most of the organizations, maintaining a healthy CMDB (Configuration Management DataBase) is a really hard job.

Is it really that difficult or are we doing something wrong?

Let me tell you something, it is not that difficult and yes, you are doing something wrong.

Organizations start projects for CMDB implementation and most of them result with a failure. You are not destined to fail, all you need is to plan it right and take time to analyze before you implement, not the other way around.

And do not forget that the configuration management process is the core of IT service management, so have your CMDB and configuration management process before you start with other processes like change management for the best result.

CAREER-DEV_iStock-518310332[1]

First of all, start with a good scope definition. You don’t want to fill your CMDB with configuration items that you are not really dealing with. Take time to understand what different units work on, where do they keep their data, whether scanning and auto-populating the CMDB is possible, and on what extent the scanning tools can populate your CMDB.

Now you know what you can do and what you should do.

Decide on the classes and carefully select the attributes for each class depending on your needs and the capability of your data sources. You now have your organization’s data dictionary with all the details.

The next step is to decide on the relations between classes: Applications run on servers, depends on network and so on.

You are now ready to implement it once you have everything ready on paper.

Then comes the related processes, your service management will be shaped around the CMDB. How you are going to track the change history, when you are going to update a CI, how you are going to use the dependencies in order to fix the problems, they are all the subjects of related processes but cannot be done if you don’t have a steady CMDB.

It is not that difficult to accomplish but it must be done in the right order. Do it right once and you will be ready to excel in the other processes as well.

Endüstri 4.0 Treninde Boş Koltuklar

Sanayi devrimlerini geriden takip etme alışkanlığı olan ülkemizde belki de ilk defa dünyaya bu kadar yakınız.

Diğer taraftan da bir o kadar uzak…

Son zamanların trendi “Endüstri 4.0” ile insandan bağımsızlığa doğru ilerleyen üretimin bizi nerelere götüreceğini merakla izliyoruz. Katıldığım seminerlerde herkes bir başarı hikayesi paylaşıyor ama gerçekte başarılan ne çok sorgulanmıyor.

Birinci sanayi devrimi buharlı makinelerle gerçekleşti, treni kaçırdık. Treni kaçırdık derken sözün gelişi değil, hakikaten buharlı trenlerle bile batıdan yıllar sonra tanışabildik.

Seri üretim ile gelişen ikinci sanayi devrimi de geç uğradı topraklarımıza, batılı ülkeler savaş teknolojilerini bile seri üretmeye geçtiğinde biz maalesef hala el işiyle, usta-çırak ilişkisiyle devam ettik. Sadece batı ilerlemedi bu devrimde, Japonya gibi doğu ülkeleri de çok iyi yerlere geldiler sanayide.

Bilgisayarların ve otomasyonun kullanıldığı üçüncü sanayi devrimi de geç geldi bize. Bize derken yerli üretimden bahsediyorum, topraklarımızda otomasyon vardı belli ölçüde ama çoğunluğu yabancı sermayeydi yakın zamana kadar.

Gelişmiş ülkeler otomasyonu olabilecek en üst seviyede uçtan uca sağlayacak duruma geldikten sonra daha fazla ne yapabiliriz sorusu gündeme geldi.

İşte dördüncü sanayi devrimi ya da popüler adıyla Endüstri 4.0 böyle doğdu. Bazıları için otomasyonun devamı ya da endüstri 3.5 olarak görülse de yapılanlar, aslında bunun bir adım ilerisine geçme potansiyeli ortaya çıktığı için 4.0 akımı başladı.

Ve belki de ilk defa zamanında tepki verdik ülke olarak bir teknolojik gelişmeye. Ne yazık ki altyapımız olmadan girdik yarışa ve yanlış stratejilerle ilerlediğimiz bu yarışta geride gidiyoruz ama çağın dinamikleri 50 ya da 100 sene önceki gibi değil, küçük gelişmelerle bir adım öne geçebilmek de mümkün bilgi çağında.

Peki neyimiz eksik diye baktığımızda temel olarak 3 ana sebep görüyorum:

  1. Otomasyon teknolojilerinde yetersizlik
  2. Bilişim teknolojilerinde yetersizlik
  3. İnsan kaynağında yetersizlik.

İlk 2 sebepten ilki olan otomasyon konusundaki yetersizliğimiz aslında üçüncü sanayi devrimini özümseyememiş ya da bu konuda yeterince yatırım yapmamış olmamızdan kaynaklanıyor. Şirketlere baktığımızda otomasyonun girebileceği pek çok süreç maddi kısıtlar yüzünden hala insana dayalı yürüyor. Zamanında otomasyon teknolojisi yurt dışından yüksek maliyetlerle geldiği için ucuz iş gücünün tercih edilmiş olması sebebiyle çağı yakalayamamışız. İşin kötüsü dışarıdan alamıyoruz, bari içeride geliştirelim diye de bir yatırım olmamış.

Buna paralel gelişmesi gereken bilişim teknolojileri altyapısı da eksik kalmış, otomasyonun bilişimi, bilişimin otomasyonu tetiklediği döngüye giremeyen şirketler otomasyonu bir alet olarak kullanmaktan ileri gidemezken, sadece masraf kalemi olarak görülen IT birimleri hazır yazılımlar ve platformların basit ama garanti çözümleri döngüsüne girerek yabancı menşeli firmalara kaynak akıtmış.

Bu ikisinin birleşiminde ortaya çıkıp, çoğu sanayi firmasında üst yönetimlerce hala fark edilemeyen 3. ve son sebep ise insan kaynağı eksikliği maalesef.

O kadar çalışanımız var diyenleri duyabiliyorum. Neden mi eksik insan kaynağı?

Çünkü doğru değil planlamamız.

Otomasyon kültüründen gelmeyen, bilişim teknolojilerine uzak çalışanlarla zaten endüstri 3.0’ı ucundan yakalayan bir iş yapış şekli var şirketlerimizin.

Bunlara ek olarak trendi yakalamak uğruna başlatılan Endüstri 4.0 projelerine ekstra kaynak ayrılmıyor. Üst yönetimler yıllardan beri süregelen IT yapar yanılsamasından sıyrılamayıp projeleri istiyor fakat proje için ekip oluşturulmuyor.

Ne mi oluyor bu durumda?

Üzerinde tam zamanlı iş yükü bulunan bir çalışan yeni teknolojileri öğrenip, geliştireceği ikinci bir görevin hakkını veremiyor. Aradaki açığı dışarıdan teknoloji alarak kapatmak ise uzun vadede maliyetleri artırırken çalışanların da yetkinlik kazanmasını engelliyor, şirketleri dışa bağımlı yapıyor.

Bu da bizi hedeften uzaklaştırırken başladığımız projeleri daha karmaşık bir sorun haline getiriyor.

Sorunun çözümü ise o kadar da karmaşık değil, insana yatırım yaparken kısa vadeli çözümler yerine biraz sabır göstermek yeterli.

Önce insan kaynağı oluşturulsun, işi dönüşüm olan bir ekip olsun ki bölünmeden, odaklı bir şekilde çözüme gidebilsinler.

Varsın 6 ay sonunda iş emirleriniz otomatik akmasın, bugüne kadar otomatik değildi de işler mi duruyordu?

Varsın üretimden topladığınız veri size bir sonraki arızanızı ne zaman yaşayacağınızı önceden söylemesin, bakımcılarınız belki bir süre daha eskisi gibi çalışırlar.

Kısacası ekibi oluşturduktan sonra onlara biraz da zaman verin. Dışarıdan aldığınız teknoloji günü kurtarır, kendi teknolojiniz yarını.